4 Eylül 2012 Salı

ANADOLUDA TÜRKLER


 ANADOLUDA TÜRKLER

Ankara 1073 yılında Selçuklular'ın egemenliğine geçti. Bu dönemde kentte ticaret ve tarım gelişti. Kente 1304'te İlhanlılar, 1354'te de Osmanlılar egemen oldular.

Türklerin yönetimi altında Ankara'nın asıl önemi Ahiliğin merkezi olmasından kaynaklanır. Ahilik, Batı'nın ortaçağ loncalarına benzer bir esnaf dayanışma kurumu olmasına karşın, önemli farklılıklar gösterir. Bu farklılıkların temelinde ise, büyük bir kültürle, Bizans kültürü ile karşılaşmış olan Doğu'nun yerleşik ve kentli yeni bir kültürü oluşturmasının dinamizmi yatar. Denilebilir ki, Osmanlı Devleti'nin ilk şekillendirici ideolojisi Ahilik'tir. Bu şekillenmeyi dönemin bazı sanat eserlerinde açıkça görmek mümkündür. Sözgelimi bazı halı desenleri üzerinde Çin kaynaklı ve yaşamın bekçiliğinin simgesi "ejderha" ile Helen ve Roma kaynaklı, hayat ağacı sayılan "nar" bir arada görülmektedir. Doğu ile Batı'nın simgelerinin karşılaştığı ve bütünleştiği Anadolu'nun tam merkezinde yer alan Ankara, Ahilik düşüncesinin ileri dönemlerinde Hacı Bayram Veli'nin kendine merkez tuttuğu il olmuştur.



Asıl adı Numan olan Hacı Bayram Veli, herşeyden önce bir tarikatın, Bayramilik tarikatının kurucusuydu. Yetişme çağlarında, bir çiftçi olan babası Koyunluca Ahmet'in yanında çalışmıştı. Sonra Ankara'da Karamedrese'de okudu. Yetinmedi, bilgisini artırmak üzere önce Bursa'ya, sonra da Şeyh Hamideddin Aksarayi tarafından davet edildiği Kayseri'ye gitti. Şeyhinden "Işık" denilen tarikat bilgilerini aldı, zamanı gelince de Bayramilik tarikatını kurdu.

Bayramilik'in temel ilkesi Vahdet-i Vücut, yani "varlığın birliği" inancıydı. Bu inanç, Hacı Bayram Veli'ye göre "Bilmek-Bulmak-Olmak" adını verdiği üç aşamada oluşurdu. Hacı Bayram Veli, çok sayıdaki diğer tarikat kurucularından farklı bir insandı. Tarikatı da, yalnızca dine dönük bir kuruluş değil, günlük yaşamı ön planda tutan bir örgüttü. Hacı Bayram Veli ve müritleri ekin ekerler, ekinleri birlikte biçerler, ürün fazlasını satarak gelirini yoksul müritlere dağıtırlardı. Toplumsal dayanışmanın bu güzel örneği, Hacı Bayram Veli'yi "çiftçilerin piri" konumuna yükseltmişti. Müritlerinden bilgili olanlar, kutsal sayılan üç aylarda (Hicri takvimdeki Recep, Şaban ve Ramazan aylan) köylere giderek Kur'an okur, vaaz verir ve kazandıkları para ve tahılı Hacı Bayram Veli'ye getirirlerdi. 0 da bunları yine yoksul müritlere dağıtırdı.

Bayramilik, metısuplarının bir iş ve sanatla uğraşmalarını zorunlu gören bir tarikattı. Bu yanıyla Ahilerin ilgisini çekmişti. Ahilik de, daha Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş dönemlerinde ortaya çıkan ve mensuplarına "alın teriyle geçinme ilkesini zorunlu kılan, yardımlaşma ve topluluk düzenini koruma ilkelerini her şeyin üstünde tutan" bir esnaf örgütüydü. İki örgüt arasındaki bu benzerlik, Ahiler'in Bayramilik'e bağlanmaları ve geleneklerini bu tarikat içinde sürdürmeleri sonucunu getirmişti.Hacı Bayram Veli'nin tarikatını, onun ölümünden sonra, bir başka din bilgini, Fatih Sultan Mehmet'in hocası olan Akşemseddin sürdürdü. Bu iki bilge kişi, Bayramiler'in imece ile işledikleri Ankara ovasında karşılaşmışlardı. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın anlattıklarına göre, Akşemseddin, bilimden sanata kadar pek çok bilgi edinmiş, "fakat bir türlü ruhundaki susuzluğu gideremediği için yüzünü tasavvufa çevirmiş, kendisine mürşit arayan genç bir alim"di.
Hacı Bayram Veli, Akşemseddin dışında, Yunus Emre, Mevlana, Kırşehirli Aşık Paşa, Hacı Bektaş Veli ve Ahi Evran'la düşünsel ve birkaç yüzyılı kapsayan dönemsel bir ilişkiye sahiptir. Bu dönem, ülkede önemli düşünce hareketlerinin olduğu, Türk, Arap, Pers, Bizans kültürlerinin kaynaştığı, eski Helen yazılarının ilk kez ortaya çıkarılıp okunduğu, din adamlarının karşı karşıya gelip demokratça kendi dinlerini savunduğu, kişilerin baskı altında kalmadan dinlerini değiştirdiği bir dönem olmuştur. Yukarda anılan düşünce adamları ve onlar gibi pek çoklan, bu kültürleri ve bu kültürlere ait dilleri çok iyi bilen, karşılaştırmalar yapabilen araştırmacılar olarak tarihe geçmişlerdir.

Ankara, bir meydan savaşına da sahne oldu. Osmanlı Hükümdarı Yıldırım Bayezit ile Moğol Hükümdar Timur, 28 Temmuz 1402 tarihinde Ankara yakınlarında karşılaştı ve bu savaşın sonucunda yenik düşen Yıldırım tutsak edildi. Osmanlı Devleti'ni yıkımın eşiğine getiren bu savaştan sonra bir süre Moğol egemenliği sürdü. Ankara'nın yeniden Osmanlı egemenliğine girmesi 1413 yılında oldu. Osmanlılar döneminde de kente bazı eserler kazandırıldı. İşte bunlardan bazıları:

Camiler ve Türbeler:
İç kaledeki Alaeddin Camii Ankara'daki en eski Türk yapısıdır. Minberi 1197-98 tarihlidir, ancak daha sonra yapılan değişikliklerde maalesef özgün biçimini kaybetmiştir. 13. yüzyılda yapılan Arslanhane ya da Ahi Şerafeddin Camii başkentin en önemli Selçuklu anıtıdır. Camiyi Ahi liderlerinden Şerafeddin yaptırmıştır. Selçuk stilinde oymalarla süslü üç kapısı olan camiinin yapımında düzensiz taşlar kullanılmıştır. Kalın minarenin altı taş, üst bölümü ise tuğladır. Mihrap açık mavi ve diğer koyu renkler-de çinilerle süslüdür. Beş köşeli yıldız motifi oymalarla bezeli minberi cevizdendir. Kapılardan birinin üzerindeki Selçuk sülüslü Arapça kitabede 1290 tarihi yazılıdır. Caminin karşısındaki Ahi Şerafeddin Türbesi'nin oymalarla süslü sandukası Etnografya Müzesi'ndedir. Ahi Elvan Camisi 14. yüzyıl sonu, Karacabey Camisi, Hamamı ve Türbesi 15. yüzyıl camilerindendir. 22 Ekim 1444'te Varna'da şehit düşen Karacabey adına yaptırılan caminin türbesi zarif bir kubbeyle örtülüdür. Kapının üzerindeki kitabede Karacabey övülmektedir.

Hacıbayram Camii 15. yüzyılın sonunda, ünlü Türk büyüklerinden Hacı Bayram Veli adına, ölümünden iki yıl önce yaptırılmıştır. Selçuklu mimari tarzındadır. Mimar Sinan'ın onardığı cami 16. yüzyılın sonunda dönemin ünlü bir nakkaşı tarafından süslenmiş, daha sonra da Kütahya çinileriyle zenginleştirilmiştir. Hemen yanında Hacı Bayram Veli Türbesi yer alır. Türbenin orijinal kapısı Etnografya Müzesi'nde sergilenmektedir.
16. yüzyıla ait en önemli anıtsa, Mimar Sinan'ın olduğu bilinen Cenabi Ahmet Paşa Camii ve Türbesi'dir. Anadolu beylerbeylerinden Cenabi Ahmet Paşa adına yaptırılan caminin avlusundaki türbe Ankara taşından yapılmış ve kubbesi kasnaksız olarak duvarın üzerine oturtulmuştur (1565-66).

Karyağdı Türbesi İtfaiye Meydanı'ndadır. Kur-şunları dökülmüş, kubbesi yer yer çatlamış olan bu türbe birçok kez onarım görmüştür. Üzerinde Hicri 985 (Miladi 1577-78) tarihi yazılıdır. Bir dileği üzerine yazın kar yağdırdığı söylenen Karyağdı Hatun adına yaptırılmıştır.

Cumhuriyet dönemi camilerinin Maltepe ve Kocatepe cami gibi büyük ve görkemli olanları Çankaya'da yer alır.

Mescitler:
Ankara'nın mescitleri de türbeleri gibi pek gösterişli değildir. Genellikle kare biçiminde, tek kadı, küçük yapılardır. En ünlülerinden Tabakhane Mescidi tuğladan yapılmış, sanat değeri yüksek bir yapıdır. Sol yandaki pencerenin üst kenarında yeşil çinilerle oluşturulmuş bir kitabe vardır. Selçuklu stilindeki yapısı ilginçtir. Saçak çatısı da ahşabın kullanılması açısından tipik bir örnek oluşturur. Mescidin iç kısmında oymalarla süslü kirişler, ön duvarında da çiniler vardır.

Hanlar:
Yollarda kervansaraylar, kentlerde hanlar Selçuklu ve Osmanlılar'ın ticaret yaşamlarında önemli rolü olan yapılardır. Ulaşımın kervanlarla sağlandığı çağlarda tüccarların kendileri için güvenli konaklama yeri, malları için de depo görevini yerine getiren yapılardı bunlar. Alt katta, ortada büyük bir ocak bulunurdu. Avlunun çevresine hayvanlar bağlanır, yolcular da üst katlardaki odalarda kalırlardı. 20. yüzyılda kervansaraylar gibi hanlar da önemlerini yitirdiler. Doğudan batıya, kuzeyden güneye uzanan yolların kavşak noktasındaki Ankara'da otuzu aşkın han bulunuyordu. Bunların çoğu yıkılmış, yok olmuştur. Kalanları da müze, depo, otel, çarşı gibi hizmetlerde kullanılmaktadırlar. Attarbaşı, Ağazade, Yeni, Kurşunlu, Çengelli, Kabama, Bedesten, Pirinç, Çukurhan, Suluhan, Pilavhanı, Tuzhanı,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder